Bir yandan bombaların patladığı, silahların çekildiği sokaklar, bir yandan sınıf bilinci yaratılmaya çalışılırken bölük bölük bölünen mahalleler hatta sokaklar… 1970’ler puslu ve karanlıktı…
Kiminin kendini Almanya’ya atarak kurtarmaya çalıştığı, kiminin karaborsadan zengin olmaya uğraştığı, kiminin de yalnızca hayatta kalmaya çalıştığı günlerde, Allah vergisi yeteneğinden ve sazına vuran mızrabından gayri sermayesi olmayan “Abdaloğlu” Bahtiyar, ozanlığın “çile” dönemini yaşıyordu.
Üzerine sis çökmüş bir memlekette, kendi memleketinde “öteki” olmanın, küçümsenmenin ve ayrı tutulmanın ne olduğunu, yaşayarak öğreniyordu.
“Hep bunlar cahillikten yeğenim” dedi Şemsi, alnında biriken teri yenine silerken. “Bizim aslımız da aha bu köylüler gibi. Türkmen’in Abdal aşiretiyiz biz, yalan yok. Saz çalıp köy köy gezenleri, zangoçluk yapanları beğenmez bunlar, burun kıvırır. O kıtlık olmayaydı… Yerimizden obamızdan hiç olmazdık!”
“Şu başıma gelen benim,
Hor görülüp ayrılmaktan,
Sözün bilen insan bastır.
Zarar gelir hep cahaldan!”